İlahiyat Fakültesi olarak mutad olarak düzenlediğimiz seminerlerimize 2022-2023 öğretim yılında Fakültemiz İslam Hukuku Ana bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Fetullah YILMAZ’ın “Fıkhî Açıdan Şefaat: Uhrevî Şefaatin Dünyevî Yansımaları” başlıklı semineri ile başladık.
Seminerine mükellefiyetin tanımıyla başlayan Yılmaz, insanın görevinin Allah’a ta’zim olduğunu belirtti. Daha sonra şefaatin alimlerce farklı şekilde sınıflandırıldığına değinen hocamız, Şefâatin tanımını şöyle yaptı: “Kişinin başkasını kendi mevkiine ve aracılığına katması demektir. Buna göre şefâat, şefâatte bulunan kimsenin, nezdinde şefâat edilenin yanındaki mevkiini açıkça ortaya çıkarmak ve lehine şefâatte bulunan kimseye de menfaati ulaştırmaktır.” Bireyin ya da bir topluluğun cennete girmesi için olan şefaat, cehenneme girmemesi için olan şefaat, cehenneme girdikten sonra çıkarılması için olan şefaat, cennette mertebelerinin yükseltilmesi için olan şefaat ve cehennem azabının ya da kabir azabının hafifletilmesi olan şefaat türlerinden bahsetti.
“İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır, mealindeki ayetin kimi tefsirciler tarafından mensuh olarak değerlendirildiğini, fakat çoğunun bunun kabul etmediğini belirtti. Bazı alimlerin ise bu ayetin kafirler için geçerli olduğunu iddia ettiklerine değindi. Bu düşüncedeki müfessirler, Müslümana Allah’ın rahmeti ile lütuflarda bulunacağını, iyiliklerine şefaat dahil, fazlasıyla karşılık vereceğini ve şefaatin Müslüman olmayanları kapsamayacağını savunurlar.
Şefaatin dünyevi yansımalarının ise hem maddi hem manevi boyutta olabileceğini ifade eden Yılmaz, konuşmasına şöyle devam etti: “Dünyâ ve âhireti yaratan Allah Teâlâ’nın her iki dünya için de pek çok hususta benzer kurallar koyduğu görülmektedir. Şöyle de denebilir: Dünyada iken henüz görmediğimiz âhiret ve oradaki halleri anlayabilmemiz için oraya delâlet eden bazı hususları bu dünya halk etmiştir. Bunlardan birinin de şefâat olduğu görülmektedir.
Esasen dünya ve ahirette, kişiye faydanın ulaşabilmesi için lâzım olan, kendi iman ve amelidir, kendi gayretidir. Ancak her iki dünyada da aslen bunlar “gerek şart” olsa da “yeter şart” değildir. Özellikle insanoğlunun dünyaya geliş süreci de dâhil olmak üzere, kendi kendine beslenip asli ihtiyaçlarını karşılayacak yaşa ulaşıncaya dek kendi gayreti olmaksızın çok sayıda imkânlara kavuşması ilahi rahmetin eseridir. Belli bir yaşa kadar hemen bütün ihtiyaçları başkalarınca karşılanan insan, kendi kendine yemeğini yiyip elbisesini giyecek yaşa (sinn-i istiğnâ) gelince dahi, bu tür ihtiyaçları başkaları tarafından karşılanmaktadır. Kişinin kendi amelinden olmayan bazı imkân, kazanç ve lütuflara ermesi için meşru sebep veya sebeplere sahip olması gerekir. Bunun böyle olduğu hem dünyevî hem de uhrevî açıdan sâbittir. Dünyevî imkânlara sahip olmanın temeli “vücup ehliyeti” olarak meşru kılındığı gibi, uhrevî lütuflar için ise imân etmiş olmak gerekir. Diğer yandan âhirette kişinin kurtuluş vesilesi sadece şefâat değildir. İman etmiş olma şartıyla beraber sâlih ameller, tövbe, Allah Teâlâ’nın affı ve hak sahipleriyle ödeşme de insanın ebedi kurtuluşuna birer vesiledir.”
İlahiyatın pek çok alanında tartışma konularından biri olan şefaat konusuna farklı yaklaşımlar getiren hocamızın semineri, soru cevap kısmının ardından son buldu.
Haber: Arş. Gör. Zeynep ŞİMŞEK BİNGÖL