Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri Tasavvuf Anabilim Dalı emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Kara, İlahiyat Fakültemizin dâvetlisi olarak 15.10.2019 Salı günü Edebiyat Fakültemiz Konferans Salonu’nda “Tasavvuf Bize Ne Söyler?” başlıklı konuşma yaptı.

Konuşmasına Kur’ân’ın ilk suresi Fatiha’da geçen “Allah’ım bizi dosdoğru yola ilet” duasıyla başlayan Prof. Dr. Mustafa Kara, dosdoğru yolun Allah’ın nimet verdiklerinin yolu yani Nisa suresinin 69. âyetinde işaret edildiği üzere nebiler, sıddîkler (sadakatin-samimiyetin bayraktarları), şehidler (hakikat için kendini feda edenler veya hakikate şâhid olanlar) ve sâlihlerin yolu olduğunu söyledi. Dolayısıyla Allah’ın yolunu, sırât-ı müstakîmi bu dört grup insanın yolunda aramak gerektiğini vurgulayarak Peygamberlerden sonra takip edilecek kişilerin sıddîkler, şehidler ve sâlihler olduğunun ifade etti. Böylece konuşmasının ana temasına giriş yapan Mustafa Kara, tasavvufun bize sunduğu, tavsiye ettiği şartları maddeler halinde şu şekilde sıraladı:

Yoldaşını-yol rehberini (ustanı) bul:

Tasavvufun bize ilk söylediği husus önce rehberin bulunması, ardından onunla birlikte yola düşülmesidir. Hakikat yoluna girmeden evvel, yola eşlik edecek, yolculuğa rehberlik edecek kişinin bu üç gruptan biri yani sıddîkler, şühedâ ve sâlihlerden olması gerekir. Nitekim sufiler, “er-refik sümme’t-tarîk” (önce dost sonra yol) prensibini ortaya koyarlar. “Refik”i elde etmedeki ilke “kişi kendisi arar, kendisi bulur” düşüncesidir. İçinde bulunduğumuz zaman diliminde “rehberi, ustayı” bulmak her ne kadar zor ise de bulanlar ancak arayanlardır.

Riyâzet yap:

Kısaca “kıllet-i taâm, kıllet-i menâm ve kıllet-i kelâm” (az ye, az uyu, az konuş) cümlesiyle ifade edebileceğimiz riyâzet, bedenin iştahlarını-şehvetlerini yok etmek değil, kontrol altına almaktır ve sıralamada ikincide yer alır.

Et, kemik ve kandan oluşan bedenimiz, riyazet ile olağanüstü şeyler ortaya koyduğu gibi ruhumuz da olağanüstü şeyler ortaya koymaya muktedir. Ruhumuza, ilgili şartlar çerçevesinde bir eğitim verildiğinde mükemmel bir insan ortaya çıkabilir. Tıpkı bedensel eğitimde olduğu gibi ruhî veya kalbî eğitimde de zaman, sabır, güçlü irade, alın teri ve bir ustaya ihtiyaç var.

Gurbeti hisset:

Tasavvuf, Fahr-i Kâinat Efendimizin “bu dünyada garib veya yolcu gibi ol” buyruğuyla bu dünyadaki geçiciliğimizi, misafirliğimizi unutmama şuurunu elde etmeye sevkeder. Dergâhlar bir gurbet psikolojinin yaşandığı mekânlardır. Bu gurbet psikolojisi, sonuna kadar üreterek, sonuna kadar çalışarak ve Allah yolunda harcayarak, Hakk’ın yolunda ikram ederek yaşanır. Dervişler arak-ı cebinleriyle ürettiklerini âyende ve revendeye (gelip geçenlere) sunarlar. Allah için çalışıp kazandıklarını Allah’ın kullarına ikram ederler. “Bir lokma, bir hırka” cümlesi esasen tasavvufi hayatı kötülemek için uydurulmuş kelimelerden biridir. Ancak bununla anlaşılması gereken tabiî, sade bir hayata tutunmaktır.

Sûrete değil, sîrete bak:

Dış görünüşümüze değil, yaptıklarımıza ve gönle bakılacak. Dışımıza bakmaktan iç âlemimizle ilgilenemiyoruz. Kur'ân’ın ifadesiyle takva elbisesi ile ilgilenmek gerekiyor. Bu takva elbisesini giyebilmek de kalbin saflaşması ile mümkün. Buradan da bir diğer şart olan kalbin tasfiyesine sıra geliyor.

Kalbini saf kıl:

Kalbin kirlenmesi, katılaşması, paslanması, hastalanması, taştan daha sert olması gibi ifadeler Kur'ân-ı Kerim’de defaatle geçmekte. Kalbi bu hale getiren kibir, kin, cimrilik, riya gibi hastalıklardır. Kalbin bu nevi hastalıklardan, kirlerden arınması; bunların yerine tevazu, mahabbet, cömertlik, ihlas hallerini kazanması gereklidir.

Dindarlığımızın mesafe kat edemediğini düşünüyor isek “riya” meselesine dikkatimizi vermemiz gerekiyor. Yaptıklarımızın ancak ihlas ile değer kazanacağını, kindar olanın dindar olamayacağını asla unutmamalıyız.

Kâinat kitabını oku:

Dervişlerin yaptığı işlerden biri de kâinat kitabını okumasıdır. Ancak kâinat, kâinat olarak kaldığı takdirde bu mümkündür. Kirleterek, yok ederek, her gün binlerce canlının yaşamını yitirmesine sebebiyet vererek ve dolayısıyla tabiat katili olarak kâinat kitabını okumak imkânsızdır.

Celâl içre cemâli, cemâl içre celâli bil:

Hayatta el-Latîf isminin cemâlî ve el-Kahhar isminin celâlî tecellileri mevcuttur.

XIII. asırda Anadolu’yu kasıp kavuran Moğol istilâsı ile Haçlı Seferleri celâlî tecellinin, Mevlânâ ve İbnü’l-Arabî’nin bunların karşılığında cemâlî tecellidir.

Malatyalı Niyazî-i Mısrî’nin “Cemâli zâhir olsa tiz celâli yakalar anı/ Nerde bir gül açılsa yanında hâr olur peydâ” beyti bu düşünceyi özetler.

Cemâlî bir tecelli ile karşılaşıldığında şımarmamalı, celâlî tecelli ile karşılaşıldığında ise ümitsizliğe kapılmamalı. Her ikisi de O’nun tecellisidir.

Yalnız Hakk’a bende ol:

Çağımızda büyük insan kitlelerini kendilerine bende yapan üç büyük put mevcut: Materyalizm, kapitalizm, sekülerizm. Bu üç put beynimizin ve kalbimizin genleriyle oynadı, dengemizi bozdu. Bir açgözlülük saplantısı içerisindeyiz. Kat kat elbisemiz, çeşit çeşit yiyeceklerimiz var. Dünyada her gün açlıktan ölen yüzlerce çocuk olduğunu hatırlayıp kaç kere soframızı terkettik! Açgözlülükten ancak maddeye, paraya bağışıklık kazanarak kurtulmak mümkündür. Başkalarına bende olmaya, akımların önünde sürüklenip gitmeye karşı bir bağışıklık geliştirilmesi gerekir. İşte bu bağışıklık manevi eğitimdir. Manevi eğitimi tamamlayıp zirveye ulaşan müminin hali bir âyette şöyle tavsif edilir:

Dinle ve ağlayarak secdeye kapan:

“Onlara Rahman’ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlar” (Meryem, 19/58) Bu âyet, manevi yolculuğu sâlimen tamamlayıp istenilen noktaya yükselen bir müminin halini bizlere gösteriyor. Bu hali yakalamanın peşine düşülmesi lazım.

Dini hayatın kemal mertebede yaşanmasına vesile olan tasavvufun bize söylediği bu şartları muhtasar ve müfid bir şekilde sıralayan Mustafa Kara, konuşması esnasında sık sık âyetlere başvurdu. Bunlardan “Allah’ım kalbimizde müminlere karşı kin koyma” (Haşr, 59/10) âyetini hepimizin her gün okumasını tavsiye buyurdu.

Günümüz insanı açısından yaptığı mücâhid tarifi ise hakikaten önemliydi. Kara’ya göre çağın mücahidi, helal yollarla servet kazanan ve o serveti, hayatta iken, Hakk’ın yolu için harcayan kişidir. Servet sevgisi çağın mücahidi olmaya engeldir. Bu engelin ise ancak muhabbetullah ile aşılabileceğini söyleyen Kara’nın sunumunun kilit noktası muhabbet kavramı idi. Kara, Allah sevgisine, muhabbetullaha Hz. Peygamber’e tâbi olarak ulaşılacağını ifade ederek sözlerini tamamladı.

Konferansın sonunda fakültemiz dekanı Prof. Dr. Ali KUZUDİŞLİ, Prof. Dr. Mustafa Kara Bey’e yaptığı güzel konuşmalarından dolayı kendilerine teşekkür etti ve hediye takdiminde bulundu.